5 Mayıs 2012 Cumartesi

moleskine

Pinned ImagePinned ImagePinned ImagePinned ImagePinned ImagePinned ImagePinned ImagePinned ImagePinned ImagePinned ImagePinned ImagePinned ImagePinned ImagePinned ImagePinned ImagePinned ImagePinned ImagePinned ImagePinned ImagePinned ImagePinned Image


İlkokul yıllarımda, defterlerin sol tarafına yazmak istemezdim. Hep temiz olan tarafa yazmak daha güzel gelirdi nedense...sonraları yazılmış olan kısmın arkasına bastırarak yazınca çıkan kalem izleri ve sayfaları çevirdikçe çıkan çıtırtılı ses, ilginç! bir şekilde hoş gelmeye başladı. Manyakça bir şekilde defter tutkunu olmaya başlamam ortaokul yıllarımda, ders defterlerinden sıkıldıkça, sayfaları tükenmeden, yeni defterler alıp onlara eski yazıları gece yarılarına kadar oturup aktarmaktı... Ailemde bunu bir ders çalışma yöntemi zannedip benimle az gurur duymamışlardır eminim(:

O günlerden bu yana, çizgili çizgisiz tüm defterler mutluluk kaynağım oldu desem abartmış sayılmam heralde...Moleskine defterlerin sanatçı eskizleri ile dolu görsellerinden tutunda, saçma sapan yazılar, gidilen bir tatil yerine ait notlar ve fotoğraflar, alışveriş listesi, sevgili ile geçirilen günlerin güncesi olarak değerlendirilen bu küçük gündelik nüanslar aslında hayata dair attığımız kalıcı bir çizik...

Şimdi ne kadar ipad egemenliğinde digital notebooklar hayatımıza girmiş olsa da, el emeğinin yeri başka...
Özellikle spontane yaşanmışlıklar; geçmişe ait bir sinema biletinin yapıştırıldığı anı defterleri benim favorilerim arasında yer alıyor.

en çok hoşuma giden türleri de; özellikle özenmeden amatörce yazılan-çizilen defterler.

Defteri elinize aldığınızda matbaa kokusu yerine yıllar geçtikçe, ucu akan tükenmez kaleminizin kokusuna, ucu kırılmış tahta kaleminizin izlerine ve sevgilinizin verdiği bir kuru güle bırakıyor.
ne hoş değil mi?



pinterest



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder